Osman Kamacı

Osman Kamacı

Mail: osmankamaci@hotmail.com

İçimizde Yeşertmeye Çalıştığımız Fideler Ölmesin

Bazen öyle bir an gelir ki, çamurlu bir zeminde yürümeniz gerekiyorsa ya basıp geçeceksiniz, yâda geri dönerek hiç bulaşmayacaksınız. Çünkü başka bir seçeneğiniz yoktur. Ama ille de geçmeniz gerekiyorsa o zaman üçüncü alternatifler pek rağbet görmez ve o an kararınızı verir, refleks olarak üzerinize sıçramasın diye parmaklarınızın ucuna basarak veya sıçrayarak engeli aşmaya çalışırsınız. Ancak Parmaklarınızın ucuna basarak biraz irtifa kazanarak sıçrasanız da sonuç pek değişmeyecektir. Ne kadar dikkat ederseniz edin, eğer oradan geçmeyi göze alıyorsanız ayakkabılarınıza veya pantolon paçalarınıza çamur zerreciklerinin sıçramasına engel olamazsınız. Şu anda toplum olarak içinde bulunduğumuz ruh hali de böyle bir durumdur. Ne yaparsak yapalım, çaresiz ve her yere bulaşmış bir çamur yığınıyla karşı karşıyayız. Batmamak için çaba sarf etsekte pürü pak kalmasını beceremiyoruz.

Gelin hep beraber hayalimizde bir geçit töreni yapalım ve son bir kaç yılda ülkemizde yaşananları şöyle bir seyre dalalım. Dalalım ki nasıl kapkara bir dehlizin içinde debelenmekte olduğumuzu daha net görelim. 30 yıldır ülkemizde devam eden ve bir türlü adı konamayan bir savaş hali yaşanıyor ve bu savaşta kırk bin insanımız hayatını kaybetmiş durumda. Verilen bu kayıplar karşısında anaların dayanma gücü kalmazken, her eve adeta kor ateşler boca edilerek, tarifi imkânsız acılar serpiştirildi. Mevcut hükümet ve Devlet organları akan bunca kan ve gözyaşı bir an önce bitsin istemiş olacak ki, Eylül 2008 de Oslo da PKK ile ilk kez müzakere masasında bir araya geldiler. Gizli kapılar ardında yapılan bu görüşmeler deşifre olunca, çözüm süreci adı altında bir aşamaya geçilerek, kamuoyu konuya ortak edildi. Böylece İmralı'yla alenen temas kurulmaya başlandı ve Abdullah Öcalan masanın diğer tarafındaki legal muhatap olarak kabul edildi. Aylar geçtikçe İmralı ile yapılan görüşme trafiği o kadar baş döndürücü bir hal almıştı ki, yıllardır hep arızalı olduğu söylenen kosterlerin yerine adeta İDO'nun tarifeli seferleri başlamış, adaya beş çayına giderek muhabbet edenler bile oluyordu. Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin akabinde karşılıklı eller tetikten çekilerek çatışmazlık süreci sağlanmış, toplum olarak derin bir oh çekmeye başlamıştık. Çünkü artık kınalı kuzuların cenazeleri gelmiyor, analar gönül rahatlığıyla evlatlarını kışlalara yolcu etmeye başlamıştı. İyimser havanın püfür püfür esmeye başladığı o günlerde zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül '' Güzel şeyler olacak,, diyerek adeta bozkırlarda kelebekler uçurarak iyimserliğin dozunu biraz daha hissedilir hale getiriyordu. Yol haritası, İmralı komisyonu, Kandil derken sıra icraata gelmiş ve Habur'dan silahsız giriş yapan ilk PKK gurubu alanlara dökülen on binlerce insanın zılgıtları arasında, sevinç gösterileriyle karşılandı. Beyaz güvercinler özgürlüğe salınırken, örgütü temsil eden sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşan bayrak ve dövizler havalarda uçuşuyordu. Habur'dan törenlerle giriş yapanların ifadelerinin alınması için hemen oracıkta çadırdan seyyar mahkeme salonları kuruldu. Savcılar ifadelerini alırken, PKK militanlarının pişman olmadıklarını söylemelerine rağmen, ''yaz kızım, şahıs verdiği ifadesinde pişmanım dedi,, gibi hayali ifadeleri tutanaklara geçirdiler. Baş döndürücü bu gelişmelerle birlikte ülkemin iyimserlikten nabzı daha hızlı atmaya başlamış, miting alanlarına sürgünde yaşayan Kürt sanatçı Şıvan Perver gibi Kürt sanatçılar davet edilerek, hasret kaldığımız kadife seslerinden nasiplenmemiz sağlandı. Duygusallığın tavan yaptığı o anlarda bütün Devlet erkânı hazır kıta bulunmuştu.  Ellerinden düşürmedikleri selpaklara akıttıkları sevinç gözyaşları ile sanatçılara koro halinde eşlik etmiş, MEGRİ MEĞRİ ezgisinin etkileyici nağmeleriyle mest olmuşlardı. Bu mutat manzaraya karşı tek tük homurtulu tepkiler kendini gösterse de, başlatılmış olan Barış ve Kardeşlik hamlesi toplumun büyük kesimi tarafında sahiplenilmiş, Barış'a olan inancın yükselen sesi arasında silikleşerek yok olup gitmişti. 

  Ancak AKP Hükümeti ile PKK'nın aynı kadrajda resmedildiği o karelerde bir yapaylık, bir samimiyetsizlik havası vardı. Geliştirilmeye çalışılan Barış süreci değil, sanki taraflar birbirini teste ederek aldatmanın provasındaydı.  Dolmabahçe mutabakatında imzalanan metin bir basın açıklamasıyla deklere edilerek kararlılık göstergesi olan güçlü ifadeler kullanıldı. Ancak bu kararlılığı pazarlamaya çalışan yöntem çok uzun sürmedi ve taraflar birbirlerini iyice bir endazeye vurmuş olacak ki, masaya tekmeler atmaktan gecikmediler. Mutabakat falan da neymiş denilerek inkâr gibi bir seçeneğin arkasına sığındılar. Durum böyle olunca tekrar filmin başına gelindi ve Aportta bekleyen karanlık güçler esrarengiz bir şekilde iki polis memurunu lojmanlarında uyurken öldürerek motor dedi. Uzun süre devan eden sessiz ve huzurlu ortam bu olayla bozulmuş, kınlarından çıkan kahpe silahlar ölüm kusmakta gecikmedi. Ölüm artık her yerdeydi. Ve ölüm kimi zaman pazarda ailesiyle alışveriş yapan bir askerin ensesinde, kimi zamansa alanlara dökülen binlerce insanın arasında patlayan canlı bir bombaydı. Canlı bomba ve sabotajlarla hedef gözetmeksizin gerçekleştirilen eylemlerle keskin kan kokusu bir sis perdesi gibi her yere yayıldı. Artık herkes hedefti ve insanlar sokağa çıkmaya bile korkar hale geldi.  

Ülkemin doğusunda durum daha vahimdi. PKK tarafından kent içlerine hendekler oluşturularak, kurtarılmış bölgeler ilan edildi. Bu durum karşısında kentlerde sokağa çıkma yasağı uygulanması ilan edilerek, güvenlik güçleriyle PKK arasında yaygın ve yoğun bir silahlı mücadele aşamasına geçildi, şehirler yerle bir edildi. Taş üstünde taş kalmadı. Evleri harabeye dönen halk bir terlik dahi alamadan can havliyle kendini başka bir belirsizliğin içine atmak zorunda kaldı. Bu çatışmalarda yüzlerce insanımız hayatını kaybederken,  beraberinde binlerce yürek yandı kavruldu. Kelebeklerin uçuşmaya başladığı bozkırlar, çamurdan geçilmez mezbeleliklere dönüşerek yeniden üstümüz, başımıza bulandı.

Son diyeceğim şudur. Güzel şeyler olacağı umudunu bir fide gibi yüreğimizin en derin noktasında besledik büyütmeye başlamıştık. Fakat hiç hesapta olmayan bir lodos geldi ve hiç acımadan hırpaladı, cılız düşürdü. Bunu çok iyi bilmemiz gerekir ki, Lodos ne kadar acımasız olursa olsun, yüreğimizde kök salmış o körpe fidenin filizlenip devasa bir çınar olmasına asla engel olamayacaktır. Yeter ki ihtiyacı olan ortamı sağlayarak, her gün bir avuç su verebilmeyi unutmayalım.