Osman Kamacı

Osman Kamacı

Mail: osmankamaci@hotmail.com

İki Ağaç ve İki Fidan

Tunceli'nin Nazimiye ilçesinin 2 bin 300 metre rakımlı kırsallarında operasyonlar başlamış, kışlalarından ayrılan askeri birlikler sıcak yatak nedir bilmeden dağlarda geceliyorlardı. Operasyona katılan onlarca, belki de yüzlerce asker arasında Uzman çavuş Asım Türkel ve Uzman Çavuş Ferruh Dikmen de bulunuyordu. Bizler sıcacık yataklarımızda delikli uyku çekerken, onlar jilet keskinliğindeki gece ayazlarının hüküm sürdüğü dağ başlarında iliklere sirayet eden soğuklara meydan okuyarak görev icra ediyorlardı.

Kıyamet senaryolarını aratmayan bir trajedi sahneleniyordu. Hüküm süren şiddetli ayaz merhametten uzak, dirençleri kırıp geçiriyordu. Öyle ki, sislerin istilasına uğrayan dağ silsilesi acıma duygusundan yoksun ve canlı niyetine ne var ne yok, her şeyi anında buza kesiyordu. Aylardan Ekim ve termometreler olması gereken rakamları daha test etmiyordu. Tespit edilen rakamlar ağaçların dallarında beliren kırılgan ve kristalize olmuş yapraklarda kendini ele veriyordu. Asım ile Ferruh daha hayatlarının baharında ve gelecekle ilgili renkli hayalleri olan iki genç askerdi. Beklenmedik bir zaman diliminde doğanın olumsuz koşullarına sürüklenmiş, çaresizliğin dayanılmaz acısına ipotek koymuşlardı. Birliklerine dönememenin verdiği psikolojik baskıyla yüzleşmiş,  dizlerindeki son atımlık güçlerini tüketerek, geçit vermeyen dağlarda yorgun düştüler. Üşüdüler. O kadar üşüdüler ki, sersefil kaldıkları dağ başında sığınacak bir mağara bile bulamadılar. Büyük bir olasılıkla kademeli olarak hareket kabiliyetini kaybetmeye başlayan parmaklarını ağızlarında çıkan buharlarla ısıtmaya çabaladılar. Kim bilir,  belki de donmamak için birkaç kültürfizik hareket denediler. Bütün çabaları sonuçsuz kalınca direnme azminden uzaklaşarak gördükleri ilk iki ağacın dibine kıvrıldılar ve oracıkta buz kesen ölümün masumiyet kokan uykusuna durdular. Üzerlerinde soğuk ve yağmurlu havalardan korunmak için taşıdıkları battaniyeler vardı. Birkaç dakika da olsa kendilerini soğuktan koruyabileceğine inandıkları o örtünün altında uyuyabilmek arzuladıkları bir açlıktı adeta... Yorgun ve uykusuz bedenlerinin direncini kıran keskin soğuklar bu dürtüyü tetiklemiş ve iki ağacın altında, iki fidanı sinsice yaklaşan ölüm uykusunun ihanetine sürüklemişti. O iki ağacın altında iki fidan krizantem çiçeği gibi solarken, analarının yüreğinde lavları taşkın volkanlar misali patladı. Göz pınarları birer Fırat oldu, Dicle oldu, Meriç oldu, Murat oldu… Öyle bir çağladılar ki, bentleri aşarak taş üstünde taş bırakmayarak yaktı, yıktılar ortalığı. Bunu kimse görmedi, kimse duymadı, kimse hissetmedi. Hissetmedi, çünkü ateş sadece temas ettiği alanı yaktı. Çünkü kor gibi yanan yürekler onlarındır ve o ateşin yakıcı etkisini, yalnızca onlar hissetti. Tarifi imkânsız acının mengenesinde her gün biraz daha gerilerek yanıp kül olacaklar.

 Diğerleri mi?

Onlar ışık hızında televizyon kameralarının karşısına geçerek yaşanan olayın vahamet'ini tıbbi terimlerle destekleyerek Asım ve Ferruh'un acılarını paylaşan mesajlar verecekler. Bölge Valiliği olayla ilgili adli ve idari soruşturma başlatacağını, İçişleri Bakanlığı ise mülkiye başmüfettişi görevlendireceğini açıklayacaktır. Hatta ''Şehitlerimizin üzerindeki ekipman, dünya standartları çerçevesindedir. Ağır kış şartları için özel üretilmiş ekipmanlardır.'' diyeceklerdir. Artık çok geç. Bu saat'ten sonra kim ne söylerse söylesin. Kim ne açıklama yaparsa yapsın…  Ne söylenenler, ne de yapılan açıklamalar karların metreleri bulmadığı Ekim ayında donarak hayatlarını kaybeden iki askerimizin kan donduran gerçeğini ortadan kaldırmıyor.