Osman Kamacı

Osman Kamacı

Mail: osmankamaci@hotmail.com

PARANTEZ

Günlük gazeteleri elinize aldığınızda gülseniz mi, ağlasanız mı, bir türlü karar veremiyorsunuz. O kadar büyük çelişki ve bir o kadar ikilem yaşıyorsunuz ki, sağlıklı bir ruh hali ortaya koymakta zorlanıyorsunuz.

Neden mi?

 Nedeni şu…

Ülkenin gündemi öylesine karışık ve öylesine belirsiz bir hal aldı ki, ne başı var, ne de sonu... KHK, Kadın cinayetleri, Diyanet, siyasi gerilim, toplumsal bölünme, işsizlik, enflasyon, ne ararsanız var. Kısacası konu derin mi, derin. Böylesi ağır gündemi olan bir ortamın belirsizlikler çukurunun debisini görmek neredeyse mümkün değil.

Elin oğlu başka gezegenlere yerleşmek için projeler geliştirirken, biz hala içinde bolca cak, cek eki geçen kelimeler savuruyoruz. Gelişmiş ülkeler çağ değiştiren araştırmalar için sınırsız ödenekler ayırarak başka gezegenlerde yaşamanın formülü üzerinde beyin patlatırken, benim ülkem bir televizyon kanalının bilim yuvası addedilen TÜBİTAK'IN katkılarıyla gerçekleştirdiği yarışmada organik hoşaf projesinin finaline tanık oluyor. Söz konusu bu gelişmiş ülkeler bilim ve teknoloji alanında kaydettikleri gelişmelerle çağın ötesini zorlarken, bizim gibi bilim ve bilimsellikten uzak üçüncü Dünya ülkelerine nanik yapıyorlar. Nasıl yapmasınlar ki, ekonomik olarak yarı bağımsız bir ülke durumundayken, can ciğer kuzu sarması mı olacaklar? Adeta elimiz kolumuz bağlı, bloke edilmiş durumdayız. Başta askeri savunma sistemleri olmak üzere,  gereksinim duyduğumuz her alanda kullandığımız teknolojiler bu ülkelerden ithal ediliyor ve karşılığında domates, biber ve salatalık ihraç ederek aradaki makasın daha fazla açılmamasına bakıyoruz!    

Ama olsun…

 Hele İstanbul'un ihtiyacı olan on bin cami bir yapılsın, bakın o zaman, ekonomik, sosyal ve eğitim gibi konularda nasıl çıkış yakalıyoruz, görürsünüz. Belki tamı tamına böyle demedi ama bir zat buna benzer bir şey söylemişti. Eğitim sistemimiz çökmüş, kaliteli bir nesil yetiştirmekte güçlükler yaşıyorken, organik hoşaf ve daha çok camii ile uğraşıyoruz. Yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede ibadethaneler elbet olmalıdır. Ancak okullarımızda verilen eğitimin çıtasını düşürmemek gerektiğini de unutmamak gerekir. Eğitime daha fazla önem verilmeli ve yaşanan beyin göçünün önüne geçilmeli. Aksi halde bu günleri de arar hale geliriz.

Yeni gelen her Milli Eğitin Bakanın yapboz tahtasına çevirdiği eğitim sistemimiz delik deşik. Belirsizliklerle dans eden bu çarpık sistem yüzünden öğrencilerimizin eğitim düzeyi yerlerde ve aileler şaşkın vaziyette. Durum böyle olunca yeni teknolojiler geliştirmek bir yana, kaliteli bir eğitim almakta mümkün değil. Saç baş yolduran seyyar eğitim sistemimizin başarı çıtasının içler acısı durumu ''organik hoşaf,, gibi abesle iştigal konularla kamufle edilmeye çalışılması da ayrı bir parantez.

Bu parantez açıkken düşünmeden edemediğim üst düzeyde endişelerim olmadı değil. Uzun süre muhasebe etmeye çalışmama, defalarca tur atıp dolaşmama rağmen, vardığım istasyon hiç değişmedi. Yollar hep aynı istasyonla kesişti.

Acaba diyorum…

Hani son günlerde Diyanet'in ''Dini Kavramlar,,  diye hazırladığı bir sözlük vardı ya... Hani toplumun büyük kesimi tarafında tepkiyle karşılanan o sözlük... İşte buna kafam çok takıldı. İşini gücünü bırakıp, çocukların potansiyel birer istismar aracı olarak görülmesine cevaz veren Diyanet ne demişti? Aynen şu ifadeleri kullanmıştı.

'' 9 Yaşındaki kızlar buluğ çağına erişmiş ve evlenebilirler,, demişti. Tepkiler çığ gibi büyüyünce de… '' Konu çarpıtıldı, biz öyle bir şey demek istemedik,, diyerek dümeni kırmıştı. İşte tam burada endişelerim devreye giriyor ve kafamda farklı senaryolar oluşmaya başlıyor. Ne yaparsam yapayım, söküp atamıyorum. Çünkü ''fikir neyse, zikir odur,, kavramı bende bir saplantı halini aldı.

Nedense son yıllarda özellikle kadınlarla ilgili seviyesiz ve hakarete varan boyutta söylemler dillendiriliyor. Kadınların pasifize edilmeye çalışılması ve toplumsal ahenk içerisinde erkeklerle aynı ve eşit haklara sahip olmaması için neredeyse fetva verecek bir durum söz konusu. Cübbelisinden, cübbesizine, fark etmeksizin, kendini Hacı, Hoca ve Şeyh olarak adlandıran bazı şarlatanlar hiç çekinmeden ve televizyon kanallarına çıkarak gözlerimizin içine baka baka hararetli ve kararlı ifadelerle bunu söyleyebiliyorlar. Onları dinlerken, acaba Şeriat kanunlarının hüküm sürdüğü bir ülkede mi yaşıyorum düşüncesine kapılmamak elde değil. Bütün bunları alt alta koyduğum zaman endişelerimden haksız olmadığım ortaya çıkıyor.

İşin özü şu...

Kız çocuklarını erken yaşlarda evlendirmeye özendirerek, onların okuma haklarını ellerinde almak. Hep söylerler ya… '' Kız çocukları okumamalı, onlar evlenip evinin kadını olmalı,, İşte tam burada parantezi kapatıyorum…