Osman Kamacı

Osman Kamacı

Mail: osmankamaci@hotmail.com

Toplumsal Cinnet Hali

Son yıllarda hemen hemen her gün ve ülkenin her tarafında kadın cinayetleri işleniyor. O kadar dramatik hikâyelere tanık oluyoruz ki, insanın kanı donuyor. Hele bir de aile kavramının kutsiyet değerlerine gölge düşüren, akla hayale gelmedik o kadar çok çirkin aile içi şiddet vakalarıyla karşılaşıyoruz ki, adeta "Bize neler oluyor,  toplum olarak bu noktaya nasıl sürüklendik.” diye kendimize sormadan edemiyoruz.’’ Çocuğa şiddet, kadına şiddet, anneye şiddet, babaya şiddet… Tam bir toplumsal cinnet hali, say say bitmiyor. Daha da çoğaltabileceğimiz bu uzunca listenin içinden bugün sadece bir tanesini aradan cımbızla çekerek yazma gereği duydum.

Her hafta sonu olduğu gibi üzerime spor bir kıyafet giyerek yine kendimi sokağa attım. Alışkanlıkla günlük gazetelerimi aldığım büfeye uğradım ve aldıklarımı koltuğumun arasına sıkıştırarak yürüme mesafesindeki Kafeterya’nın huzurla müzik dinlendiğine inandığım en köşedeki pastel yeşili koltuğun bulunduğu servis tezgâhına uzak köşeye geçtim. Bugün mekândaki masaların neredeyse tamamı dolu ve oturanların uğultuya dönüşen konuşmaları çalan müziğin huzur verici yankısı karşısında cılız bir sessizlik gibi kaybolup gidiyor. Elimde taşıdığım gazeteleri masaya bıraktım ve refleks olarak sağa sola bakınarak acaba tanıdık yüzler var mı diye merakıma yenik düşüyorum. Farklı yeni yüzler olmuş olsa da, tanıdık birçok kişi ya kahvaltılarını, ya da yuvarlak masalarda koyu sohbetler eşliğinde çaylarını yudumluyorlardı.  Bir yandan bakışlarımızın kesişenlerle karşılıklı birbirimize tebessüm ediyor, diğer yandan selamlaşma seremonisini kutsar gibi sağ elimi göğüs kafesimin sol tarafına bastırarak koltuğuma oturmaya gayret ediyorum. Sempatik ve sıcak mimiklerle desteklenen selamlaşmalar biter bitmez, süratle masaya bıraktığım gazete ve dergilere dönüyorum.  Takip etmekten adeta başımızın döndüğü ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal gündeminde neler var? Dünden neler kaçırdım? Bütün bunların merakına gark olmuş bir vaziyette birbirinden hiçbir farkı olmayan ulusal basına yöneldim. Koltuğa iyice yerleşir yerleşmez rastgele bir gazete çektim. Ülke olarak gazete okuma alışkanlığımızın çok düşük olduğu yapılan istatistikî araştırmalar ortaya koymasına rağmen, elime aldığım ilk gazete satış tirajı en yüksek olanıydı. Bunun sebebi farklı bir yayın politikası izliyor olması mıdır, bilinmez.  Zira basın dünyasına mal olmuş deneyimli ve kıdemli köşe yazarların makaleleriyle güç kattığı gerçeği bu tespitin doğruluğu noktasında önemli bir veri olabilir.  Gazetenin manşet haberini fark ettiğimde bedenimin beni terk ettiği hissine kapıldım. Kocaman puntolarla  ‘’ SENİ KORUYAMADIK, BİZİ AFET ŞEYDA,,  yazıyordu. Hemen altında daha güncel konular alt alta sıralansa da, günün manşeti karşısında sönük kalmıştı. Manşetin sağ alt tarafında Şeyda’nın masumane bakışları hesap sorar gibi gözlerimin içinde eriyip gidiyordu. Soğuk bakışları “ben sokak ortasında 12 bıçak darbesiyle katledilirken sen neredeydin” der gibi kızgın ve sorgulayıcıydı.  İnkâr edercesine gözlerimi ondan kaçırarak, sorgulayan bakışlarının etkisinden kurtulmaya çalışıyordum ki, mekânın deneyimli şef garsonu Tayfun’un ses tonuyla toparlanmaya çalıştım.

-Hoş geldiniz Ahmet Bey, nasılsınız? Seslenişiyle çimdik yemiş bir dalgın gibi yerimden fırladım. Tayfun bu beklenmedik hareketime çok şaşırmış olacak ki, sormadan edemedi.

 - İyi misiniz Ahmet Bey, umarım ciddi bir şey yoktur? Biraz şaşkın ve biraz mahcup bir ifadeyle cevap vermek zorunda olduğumu hatırlıyorum.

- Teşekkür ederim Tayfun, bir sorun yok. Şu gazetedeki haberi görüyor musun?  İşte bütün mesele bu. Söyler misin Tayfun biz ne ara bu kadar acımasız ve duygu yoksunu bir millet olduk? Masanın üzerinde öylece duran gazeteyi işaret parmağımla göstererek bir süre cevap vermesini bekledim. Gazetedeki manşeti göz hapsinde tutan genç adam öylece sustu kaldı. Sipariş almak için elinde tuttuğu adisyonu yırtarcasına sıktı ve ne cevap vereceğini kestiremeyerek karanlık bir bilinmezliğe yuvarlandı. Derin bir yutkunmanın ardında gazetenin manşetinden başını kaldırarak mahcup bir ifadeyle gözlerimin içine bakmakla yetindi. Belli ki, mesajı almış ve oda bu haberin etki çemberine dâhil olmuştu.

- Boş ver Tayfun, bunu ne sen, ne de ben düzeltebiliriz. Hiç gündemimizde düşmeyen bu haberler karşısında üzülür gibi yapar, ah ederiz, vah ederiz, bir süre sonra Şeyma’yı da, Özgecan’ı da unutur, hayatımıza kaldığımız yerden devam ederiz. Sen bana orta şeker bir Kahve getir, yanında soğuk su olsun. Duydukları onu çok sarsmış olacak ki, hiç bir şey söylemeden masadan uzaklaştı. Beklenmedik bir hızla Tayfun’un ayak seslerini yeniden duyduğumda çoktan masanın sol tarafına yaklaşarak ve bol köpüklü kahveyi, yanında küçük bir porselen kâsenin içinde iki adet kare kesilmiş çifte kavrulmuş lokum ile bir şişe suyu bırakmıştı bile.

-Teşekkür ederim Tayfun. Dediğimi duyan genç, elini çenesinin hizasına kaldırarak karşılık verir bir hareket yaparak diğer masalara yöneldi.

Tayfun diğer masalara yönelerek, siparişlerini almaya devam ederken, ben orta şeker kahvemi neredeyse bitirmiştim.  Kahve bitmişti ama Aile Meclisi kararıyla eline bıçak tutuşturulan kardeşi tarafından on iki bıçak darbesiyle infaz edilen Şeyda masadaki gazete sayfasında hesap sorar gibi gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu.

Facebook Yorum

Yorum Yazın