Osman Kamacı

Osman Kamacı

Mail: osmankamaci@hotmail.com

Yok Böyle olmuyor, Ben Maltepe Sahiline gitmeliyim

Bir gün, evet bir gün olsun huzurlu bir şekilde sabahlara uyanmak istiyorum. Acıların yaşanmadığı, bombaların patlamadığı, suçsuz, günahsız insanların ölmediği ve feryatların arşıâlâya ulaşmadığı bir tek güne olan özlemimi avazım çıktığı kadar haykırsam çok mu abartı yapmış olurum.

Tabi ki abartı olmayacaktır. Böyle bir noktaya gelen ve sağlıklı düşünebilen her bireyin insancıl yanıyla, duygusal kopuşlara meydan vermeden göstermesi gereken en sağlıklı reflekstir. Mesela Maltepe sahil yolunda ilerlerken aniden aracımı sağa çekerek, Marmara denizinin uçsuz bucaksız maviliklerine karşı ürkütücü bir ses tonuyla bağıra bağıra haykırmak istiyorum. Çevremde olup bitenlere gözümü kulağımı kapatıp, gerçekleştirmeye çalıştığım eyleme odaklanarak içimde biriken onca közlenmiş ateşi bir alev topu misali adalara doğru boca ederek, masmavi denizi kızıl ateşlere boğmak istiyorum. Bundan daha doğal daha ne olabilir.

Toplumsal kutuplaşma senaryolarının hayata geçirilmeye çalışıldığı bir sırada, kirli siyaset ahlaksızlığının karabulutlar gibi ülkem üzerinde çöreklenmesi böyle bir ruh hali içinde olmam için yeterli bir neden değil midir? İradesine ipotek konmamış, inancından ve sosyal yaşam biçiminden dolayı ötekileştirilmemiş bireyler olarak, barış ve kardeşliğin harmanlandığı aidiyet duygusuyla bir arada yaşamak istiyor olmak kadar daha anlamlı ne olabilir? Ancak gelin görün ki, Laik ve Demokratik bir ülkede, cumhuriyetin bütün değerlerine olan güçlü inancımıza rağmen, bugün evimizden çarşı, pazara çıkmaya tereddüt eder hale gelmiş durumdayız. Her an her yerde bir şey olacakmış paranoyası içindeyiz ve çocuklarımızı güven içinde bir yere gönderemez vaziyetteyiz. Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkez'i, Alevisi ve Sünnisiyle halklarımız yüz yıllardır bir arada huzur içinde ve kardeşçe yaşamasına rağmen yıkamadılar, yıkamayacaklar. Ancak dün olduğu gibi bugün ülkemi daha fazla enstrümanla karıştırmaya ve yeniden dizayn etmeye devam ediyorlar. Felaket senaryolarını hayata geçirmeye çalışan bir veya bir kaç el var ve sanki ülkem bu kanlı ellerin tahakkümü altına alınmaya çalışılıyor. Bu kanlı ellere sahip olan terör örgütlerinin istediği de tam budur. Kirli emellerine ulaşabilmek için terörün dozunu şuursuz bir şekilde artırarak korku çemberinin alanını genişletmek ve böylece halkın iradesini teslim almak. Engels'in '' insanların beynini satın alırsanız, elleri ve ayakları arkasından gelir,, sözü şu an içinde bulunduğumuz durumun kısa özetidir. Bu uyuşmuş terörist etiketli ihanet çetelerinin satın alınan beyinleri el ve ayaklarının kontrolsüz bir şekilde hareket etmesini sağlamış, serseri mayınlar gibi nerede ve ne zaman eyleme dönüşecekleri önceden bilinmemesi nedeniyle topluma adeta bir stres tüpü enjekte etmiş durumda. Resim sergisi, eğlence mekânı, okul, emniyet binası, öğrenci yurdu, büyük kitlelerin tertiplediği yürüyüşler, konser salonları, askeri kışlalar ve daha da çoğaltabileceğimiz farklı yer ve mekanlara hedef gözetmeksizin saldırarak gerçek yüzlerini ortaya koymaktan sakınmayan bu eli kanlı katil sürüleri yüzünden her sabah güne gergin başlıyor, adeta kâbusa odaklı bir şekilde dikenli teller üzerinde ve çıplak ayaklarla yürüyoruz. Her tarafımız yara bere içinde ve durmadan kan kaybediyoruz, farkında değiliz. Sahi biz ne ara bu bunalım sarmalının içine itildik ve ne zaman bu terör belasının yarattığı kaosun çemberine dâhil edildik. Bu ihanet şebekelerinin başımıza bela olmasına ve her türlü olanağı altın tepsi de sunan içerideki ihanet odakları kimler?  Hani '' ne sen sor, ne ben söyleyeyim,, diye bir söz vardır ya, işte bizin saplandığımız bataklığın sebep sonuç bağlamı da böylesine çaresiz ve açıklamaya aciz bir durum.  Eğer bu saatten sonra sebep ve sonuç üzerinde kafa yorarak bir sıralama uğraşı içerisine girersek, günler hatta aylarca içinden çıkamayız. Bütün kamuoyunun bildiği ve bir türlü ifade etmeye cesaret edemediği ( vaya işine gelmediği için kimilerin dillendirmekten imtina ettiği) malum sebepleri tek tek yazmaya kalkışırsak, buna ne kâğıt yeter, ne de kalem. Var sayalım gözünüzü kararttınız ve büyük bir azimle yazma gibi bir gaflette bulundunuz. Bunun yanınıza kalacağını ve gerekli yerlere mesajınızı dank diye ulaştırdığınızı sandınız veya böyle bir algıya kapıldınız. Eğer böyle bir hata yaparsanız er geç yanılgıya düştüğünüzü anlayacak ve sizi bekleyen daha baba felaketlere davetiye çıkarmaktan öte bir şey yapmamış olduğunuzu göreceksiniz. Bekleyin. Merak etmeyin, çok geçmeden, ışık hızında sizi anladıklarını belirtmek için kapınızı çalacaklardır.

              Yok, yok, ben en iyisi Maltepe sahilinde aracımı park edeyim ve kollarımı açısal olarak her iki yana, olabildiğince gererek avazım çıktığı kadar bağırayım. Bana ne Doların 4 lira olduğundan, MİT Tırlar'ından, Diktatörlük heveslisi zatın tek yetki olma arzusundan, Hukuk üstünlüğünün tartışılır hale geldiğinden, Yargının işlevsiz kaldığından. Kendini bilmezin biri Laikliği savunmak teröre destektir dediğinden ve hapishanelere tıkılan onlarca gazetecinin yanı sıra yüzlerce siyasetçi ve suçsuz günahsız insandan.  Özgürlükler kısıtlanmış, Faşizmin ayak sesleri ensemizde boza pişiriyormuş ve giderek İranlaşıyormuşuz. Bütün bunlardan bana ne... Böyle desem de, bana inanmayın. Çünkü artık sol yanımı da hissetmiyorum. Peki, adama sormazlar mı, bütün bunlar olurken sen neredeydin? Devekuşu gibi başını kuma sokar, gelene ağam, gidene paşam der, tepkisiz birey olmayı yeğlersen tabi ki olacağı buydu. O zaman hiç sızlanma ve suçlu arama kolaycılığına kaçma. Evet, ilan ediyorum, suçlu benim.

Mesele kurnaz Tilkiyle işbirliği yapan Çakalların sarı öküzü istediklerinde izin vermeyecektik öz eleştirisini yapan sürünün kalan son öküzün pişmanlığıyla aynı değil mi? Yok yok, ben yine de Maltepe sahiline gideyim.